CHP Genel Başkanı  Kemal Kılıçdaroğlu, bugün TBMM CHP Grup toplantısında yaptığı konuşmada, 10 Nisan Türk Polis Teşkilatının 173'üncü kuruluş yıldönümü nedeniyle, polis örgütünde görev alan bütün polislere yürekten başarılar diledi ve onları saygıyla selamladı..

10 Nisan polis günü'nde konuşan Kılıçdaroğlu, Polislerin çok zor koşullarda görev yaptığını belirterek, "Çalışırken aldığı aylıkla, emekli olduğu tarihte aldığı aylık arasında yüzde 100 fark var, yüzde 100, bazen biraz daha fazla.

Çalışırken 5 bin lira alıyorsunuz, emekli olunca 2 bin 500 liraya düşüyor aylığınız...

Bir insanın hayatında en dramatik, en acı veren olay, kişinin yaşam standardındaki köklü düşüştür. Düne kadar 5 bin liraya geçinirken, hayat standardınızı ona göre kurarken, emekli oluyorsunuz maaş yarı yarıya düşüyor, hayat standardınız yarı yarıya düşüyor.

Biz bunu biliyoruz. Ne dedik? Polislere mutlaka 3600 ek gösterge verilmelidir. Neden? Polisi sevdiğimiz için, polise saygı duyduğumuz için, polis emeğinin karşılığını alsın diye bunu söyledik.


Polislere mutlaka 3600 ek gösterge verilmelidir..

Neden? Polisi sevdiğimiz için, polise saygı duyduğumuz için, polis emeğinin karşılığını alsın diye bunu söyledik."


 BUGÜN 10 NİSAN POLİS TEŞKİLATININ KURULUŞ YILI, POLİS ÖRGÜTÜNE VE POLİS ÖRGÜTÜNDE GÖREV ALAN BÜTÜN POLİS ARKADAŞLARIMIZA YÜREKTEN BAŞARILAR DİLİYORUZ VE ONLARI SAYGIYLA SELAMLIYORUZ..

Efendim bugün size Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bir konuya başlarken onun sözüyle başlamak isterim. Bu ülkenin kurucusu, bütün malvarlığını bu ülkeye, bu ülkenin halkına bağışlamış olan bir liderden, düşmanının bile saygı gösterdiği bir liderden ve onun yaptığı bir konuşmadan bir bölüm okumak isterim. “Polis kanun adamıdır, polisler memleketimizde huzur ve sükunu korumak, can ve mal güvenliğini sağlamak için gecesini gündüzüne katarak çalışan insanlardır” diyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk.

Bugün 10 Nisan Polis Teşkilatının kuruluş yılı. O nedenle polis örgütüne ve polis örgütünde görev alan bütün polis arkadaşlarımıza yürekten başarılar diliyoruz ve onları saygıyla selamlıyoruz.

173’ncü kuruluş yıldönümü, yani 200 yıllık bir birikimi içinde barındıran, yaklaşık 200 yıllık bir birikimi bünyesinde barındıran bir kuruluştan söz ediyoruz. 200 yıldır polis teşkilatı, yaklaşık 200 yıldır bir polis teşkilatı bir kurum varsa, bu kurumda liyakatin olması lazım. Bu kurumun geleneklerinin, örflerinin, adetlerinin olması lazım, bu kurumun sağlıklı yönetilmesi lazım ve bu kurumun toplumun can ve mal güvenliğini sağlayan en önemli aktör olarak ortaya çıkması lazım ve bu kurumda görev yapan bütün polis arkadaşlarımızın kardeşlerimizin “uygar bir teşkilatta, uygar bir polis örgütünde görev yapıyorum ve görevimden de son derece memnunum, kimse müdahale etmiyor, kimse yasadışı talimat vermiyor” diye belli bir güven içinde görev yapması lazım. Arzumuz budur.

2018 verilerine göre Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde 267 bin 993 kişi çalışıyor, görev yapıyorlar bunlar. Peki, şu soruyu soralım: Polisler hayatımızın hangi aşamasında var? Önce bizim yaşamımızda var. Kimimizin dayısıdır, kimimizin yeğenidir, kimimizin amcasıdır, kimimizin damadıdır, kimimizin gelinidir, polis her ailede şöyle veya böyle bir polis vardır. Her ailede, ya biraz yakında, ya biraz uzakta bir akrabalık ilişkisi vardır. Dolayısıyla polis arkadaşlarımız zaten bizim hayatımızın bir parçasıdır.

O zaman dönüp biraz geçmişe bakalım. Polis Teşkilatı kurulurken hangi felsefeden yola çıkılmış? Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu 4 Temmuz 1934 yılında çıkmış. Özellikle polis arkadaşlarımın kendi kanunlarının ilk dört maddesini dikkatle okumalarını isterim. Diyor ki birinci madde; polis asayişi, amme menfaatini, halkın ırz can ve malını korumak görevindedir, yani korumak zorundadır ve bunları yapar, ammenin istirahatını temin eder diye o günün diliyle bir şekliyle yazılmış bir madde. Hatta bir de insani değerlere önem veren bir paragrafı daha var. Yardım isteyenlerle, yardıma muhtaç olan çocuk alil –engelli- ve acizlere muavenet eder, yani yardım eder. Kanun ve nizamnamelerin kendisine verdiği görevleri, yani vazifeleri yapar diyor.

İkinci maddesi enteresandır. İki görev var diyor, temel iki görev. Öncelik bir, kanunlara, iki tüzüklere, üç yönetmeliklere, dört hükümet emirlerine ve kamu düzenine uygun olmayan hareketlerin işlenmesinden önce bu kanun hükümleri dairesinde önünü almak, yani önlem almak. Birinci, kanun tüzük yönetmelik, sonra hükümet... Ve bunun devamı olan bir paragraf var, bu paragraf çok önemli. Kamu düzeni ve kamu güvenliğinin sağlanmasından sorumlu olan polis, amirinden aldığı emri, kanun tüzük ve yönetmelik hükümlerine aykırı görürse, yani polise verilen talimat yasalara yönetmeliklere veya tüzüğe aykırı ise yerine getirmez ve bu aykırılığı emri verene bildirir; kanunun şu maddesine aykırıdır senin verdiğin emir diye.

Ancak amir emrinde ısrar eder ve bu emrini yazılı olarak yenilerse, ısrar ediyorum kanuna aykırı dokunma... Ne demek dokunma? Sen çalışıyorsun, ben de senin amirinim emrediyorum yapacaksın derse, emir yerine getirilir. Bu halde emri yerine getiren sorumlu olmaz, konusu suç teşkil eden emir hiçbir suretle yerine getirilmez. Konusu suç teşkil eden emir hiçbir şekilde yerine getirilmez. Yerine getirenler sorumluluktan kurtulamaz. Bu polisin özerk yasaya bağlı bir örgüt, bir teşkilat olduğunu gösterir. 1930’ların polis anlayışı budur; devletin polisi, halkın polisi, halkın çıkarlarını savunan bir polis mantığıyla hazırlanmıştır.

Dördüncü madde ise şöyledir: Polis hiçbir suretle vazifesinden başka bir işte kullanılamaz. Yani polisin görevi var, onun dışında başka bir görevle siz polisi kullanamazsınız. Ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk polis için yine şunu söylüyor: “Polis asker kadar disiplinli, hukukçu kadar hukuk adamı, bir anne kadar şefkatli olmalıdır.” Yani biber gazını kullanırken, yani cop kullanırken, verilen emirleri yerine getirirken bir anne kadar şefkatli olmalıdır, bir hukuk adamı kadar adalete saygılı olmalıdır diyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk. O nedenle biz Polis Teşkilatımızın bütün bu yasanın verdiği anlamla ve Gazi Mustafa Kemal’in çizdiği yolla yoluna devam etmesini isteriz. Ama bazı sorularımız var. 

173 YILLIK BİR POLİS TEŞKİLATINDA LİYAKAT SİSTEMİ GERÇEKTEN OTURDU MU?

Birinci sorumuz şu: 173 yıllık bir polis teşkilatında liyakat sistemi gerçekten oturdu mu? 200 yıla yaklaşan bir kurumdan söz ediyorum, liyakat sistemi gerçekten oturdu mu? Hayır, oturmadı. Sorumlusu kim? Polisler değil, sorumlusu siyasi otoritedir, yani yönetenlerdir, yani hükümetlerdir. Polis Teşkilatını FETÖ’ye teslim edenler kim? Bir daha soruyorum: Polis Teşkilatını A’dan Z’ye kadar FETÖ’ye teslim eden kim? Bir numaralı adamı söyledim, sarayda oturan zat bir numaralı adam. Siyasi ayağı odur. FETÖ’yle mücadele etmek için, rapor hazırlayan, savcılığa suç duyurusunda bulunan, delilleri toplayan bütün polisler ya hapse atıldı veya görevlerine son verildi. Ben size yaklaşık 200 yıllık bir kurumdan söz ediyorum. 200 yıllık bir kurum, bir terör örgütü tarafından siyasi iktidarın desteğiyle teslim alınabiliyor. Polislik mesleğinin ne kadar kutsal olduğunu, ne kadar önemli olduğunu buradan da çıkarabiliriz.

İkinci sorumuz: Polis kimin polisidir? Hükümetin mi, devletin mi ve polis maaşını kimden alır? Hükümet mi öder polisin maaşını? Bir, az önce kanunu okudum, polis hükümetin değil devletin polisidir. Üstünde Türkiye Cumhuriyeti yazar, devletin polisidir. Devletin polisi olduğu için hükümetten aldığı konusu suç oluşturan emirleri yerine getirmez diyor. Neden? Sen devletin polisisin, hükümet yasadışı bir iş yaparsa onu da takip edeceksin diyor, ona da bakacaksın diyor, suçluları ortaya çıkaracaksın diyor. Maaşı kim öder? Maaşı Türkiye Büyük Millet Meclisi belirler, parayı vatandaş millet öder ve polis maaşını alır. O nedenle polis hükümetin değil, polis devletin ve milletin polisidir. O nedenle söylüyorum, polise sıkılan her kurşun millete sıkılmış kurşundur. Polisimizi korumak zorundayız.

POLİS DEVLETİN DEĞİL DE, HÜKÜMETİN POLİSİ OLURSA NE OLUR ?

Üçüncü soru: Polis devletin değil de, hükümetin polisi olursa ne olur? Eğer devletin değil de hükümetin polisi olursa, halkı baskılamak için bir araç olur. Halkı baskılamak, sindirmek, onu hükümetin bir baskı aracı olarak kullanmak bir anlamda polisin görevi haline gelir. O nedenle polis hükümetlerin değil, hükümetin değil, halkın polisidir, devletin polisidir, öyle bakmak lazım. Eğer siz hükümetin polisi olmayı tercih eder ve polisi o kulvarda eğitirseniz, siz halktan koparsınız. Hükümetin hükümet edenlerin çıkarlarını savunmuş olursunuz.

Peki, hükümetin polisi olmak polise saygınlık kazandırır mı? Devletin değil de, bir polis örgütü eğer hükümetin polisi ise, en büyük saygınlığı itibarı kaybetmiş olur, kendisi kaybetmiş olur. Hükümetin polisi, hükümetin dediklerini zorla halka kabul ettiren polis demektir. Onun adı polis devletidir zaten, demokrasi değildir. Ama 1934’de çıkan yasa açık ve net biçimde “polis devletin polisi olmak zorundadır” diyor. Hükümetler yasadışı talimat verirlerse, polis onu uygulamaz diye emredici bir hüküm getirmiş durumda.

Peki, polis devletinde polis halkın ve can güvenliğini sağlayabilir mi? Hayır, polis polis devletinde hükümet olanların ve onların yandaşlarının can ve mal güvenliğini sağlar, vatandaşın değil. Talimatı oradan alıyor, yetkiyi oradan alıyor yasalardan değil, hükümeti yasaların üstünde bir organ olarak görüyor ve dolayısıyla hükümeti ve yandaşlarını korumak, onların can ve mal güvenliğini korumak için yoluna devam ediyor.

Peki, 173 yıllık bir örgüt bir Polis Teşkilatı, acaba kurumsal yapısını bu süre içinde güçlendirdi mi? Geleneklerini güçlendirdi mi, örfünü adetini güçlendirdi mi? Maalesef buna da hayır diyeceğiz, liyakat yok. Terfilerde, görevde yükselmelerde, atamalarda siyasi otoritenin dediğinin olduğunu hepimiz biliyoruz. O halde yapılması gereken, 1934 tarihli yasanın ruhuna uygun olarak polisi daha özerk bir yapıya, siyasetten kurtarmaya hepimizin ihtiyacı var. Neden diyoruz siyaset oraya bulaşmasın? Siyaset bulaşırsa, adaleti yitirmiş oluruz.

POLİSLER ÇOK ZOR KOŞULLARDA GÖREV YAPIYORLAR

Polisler çok zor koşullarda görev yapıyorlar. Devlet Memurları Kanununa göre, haftada en fazla 40 saat fazla mesai yapabilirler. 75 saat fazla mesai yapan var, 75 saat..! Evlerine gidemeyen polis memurları var. Yaptığı fazla mesainin karşılığını alamayanlar var; bu kadar zor durumda Polis Teşkilatı.

Yine Polis Teşkilatının bir diğer temel sorunu var. Çalışırken aldığı aylıkla, emekli olduğu tarihte aldığı aylık arasında yüzde 100 fark var, yüzde 100, bazen biraz daha fazla. Çalışırken 5 bin lira alıyorsunuz, emekli olunca 2 bin 500 liraya düşüyor aylığınız..

Bir insanın hayatında en dramatik, en acı veren olay, kişinin yaşam standardındaki köklü düşüştür. Düne kadar 5 bin liraya geçinirken, hayat standardınızı ona göre kurarken, emekli oluyorsunuz maaş yarı yarıya düşüyor, hayat standardınız yarı yarıya düşüyor. Biz bunu biliyoruz. Ne dedik? Polislere mutlaka 3600 ek gösterge verilmelidir. Neden? Polisi sevdiğimiz için, polise saygı duyduğumuz için, polis emeğinin karşılığını alsın diye bunu söyledik.

YÜZLERCE POLİS ŞEHİDİMİZ VAR, ONLARI DA RAHMETLE, SAYGIYLA ANIYORUZ

Ve biz caddede, sokakta, güven içinde gezerken, elbette ki güvenlik güçlerine teşekkür etmek zorundayız. Ayrıca yüzlerce polis şehidimiz var, güvenlik güçlerinden şehitlerimiz var. Onları da rahmetle saygıyla anıyoruz elbette. Ancak canı pahasına müdahale ederken Polis Teşkilatı, son zamanlarda –altını özenle çiziyorum- polislerden bilinçli olarak bazı yetkilerin alınıp başka kuruluşlara devredildiğini görüyoruz; bu da son derece tehlikeli.

Örnek vereyim, tüm dünyada suça karışan yabancıların işlemlerini güvenlik güçleri görür. Yabancı gelmiş, suça karışmış, kim görür? Güvenlik güçleri. Bizde ise, bunların değerlendirmesini Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne verdik. Göç İdaresi ne bilecek, terörle mücadeleyi ne bilecek? İkamet teskeresi, yabancıya ikamet teskeresi veriyorsunuz. Tamamı Göç İdaresi Genel Müdürlüğüne verildi. İkamet teskerelerinin kime verildiğini polis dahi bilmiyor. Hükümete sormak istiyorum, siz bazı terör örgütlerinin militanlarını özel olarak korumak mı istiyorsunuz? Onları polislerin elinden alıp başka bir yere mi yönlendirmek istiyorsunuz? Göç İdaresi Genel Müdürlüğündeki yabancılarla ilgili istihbarat güvenlik güçlerine verilmiyor. Niye verilmiyor? Bakın, Cumhuriyet Halk Partisi dışında kimse de bunu dillendirmiyor. Korku dağları bekliyor, dillendirmiyor.

Biz niye dillendiriyoruz? Biz ülkemizi seviyoruz. Hangi görüşten olursa olsun, insanımızın huzur içinde yaşamasını istiyoruz; hangi inançtan olursa olsun, insanımızın huzur içinde caddede sokakta gezmesini istiyoruz; hangi kimlikten olursa olsun, sokakta karşılaştığımızda birbirimize merhaba deme ihtiyacını hissetmek istiyoruz. O nedenle Polis Teşkilatı üzerinde son zamanlarda ciddi oyunlar oynanıyor. Neden? Hâlâ güvenmiyorlar.


ULUSALSES.COM- ÖZEL HABER- HALİS KAHRAMAN